Ramazan ayına az bir zaman kala size minareyi anlatmak geldi aklıma. Camilerimizde müezzin amcanın çıkıp ezanı okuduğu, çoğunlukla taştan, tuğladan yapılmış, içine dolanarak çıkılan merdiveni olan bir ya da birkaç şerefeli yapı deyip geçebiliriz. Peki, ya günün beş vakti bizi camiye, bizi namaza davet eden o sesin nereden geldiğini ve daha fazlasını bilmek isteyenler yok mu? Meraklı arkadaşlarımın sesini duydum. E hadi o zaman, gelin benimle. Size anlatacaklarım var.
Eskiden “çığırtkanlar” varmış arkadaşlar, hiç duydunuz mu? Dükkânına müşteri, sahnesine seyirci çekebilmek için var güçleriyle seslenirlermiş ahaliye. Ne kadar insan toplarsa o kadar kâr sayarlarmış. Bugünkü pazarcıların tezgâhına alıcı çekebilmek için var güçleriyle bağırdıklarını düşünün. Aynı öyle. Yalnız bu çığırtkanların bizim pazarcılardan ayrılan bazı yönleri var. Mesela onlar sabit bir yerde durmaz, önemli olayların duyurusunu yapmak ya da belli bir yere insanları toplamak için sesleriyle sokak sokak dolaşırlarmış.
Mesele dünya ve günlük işler olunca insanlar hep bir yere doğru gitmiş ya da çağırılmış. Peki, ya o davet dünyalık olana değilse, o davetin sesi bütün seslerden daha etkili olması gerekiyorsa, davet edilen yer diğer bütün yerlerden daha önemliyse? İşte o zaman başka bir arayışa girilmiş.
Müslümanların ibadetlerini yapacakları yer hep varmış var olmasına da ezan sesinin yeri göğü çınlattığı minareler sonradan dâhil olmuş. “Peki ya ne zaman?” derseniz şimdi de minarenin ortaya çıktığı zamanlara yolculuk yapalım birlikte. Hadi!
İlk minare 8. yüzyılda Şam’daki Emeviye Ulu Camii’nin mimarisiyle birlikte caminin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiş. Camiye minare ekleyen ilk kişi de Mısır valisi Mesleme Bin Muhalled olmuş. Ezanın uzaklara duyurulması amacıyla yapılmış ilk minare. Verilen emirle Amr Camii’nin her bir köşesine de minare yapılmış. O zamana kadar camilerin minaresi yokmuş. Düşünsenize arkadaşlar camiler var ama minaresiz...
Hâlbuki İslamiyet’in yaşandığı yerlerin sembollerinden biridir minare. İslam coğrafyasında nereye giderseniz gidin birbirinden farklı minareler sizi karşılar. İnşa edildiği dönemin sanatını, mimarisini bugüne taşır âdeta.
Şimdi gelelim yapısına.
Minarelerin üstünde üç dilimli, beş dilimli pencereler vardır. Etrafı dairesel kemerlerle süslü dört köşe ve şerefelere çıkan sarmal biçimli birer merdiven bulunur ve iki ana bölümden oluşur. Alttaki bölüm çok az süslemeli ya da süslemesiz olur. Üst bölme ise son derece zarif ve zengin süslememlere sahiptir.
Tarih ilerledikçe minarelerin yükseklikleri artmış, kalınlıkları da incelmiş. Dört köşe veya yuvarlak inşa edilen minarelerin içinde şerefelere çıkan sarmal biçimli birer merdiven bulunur ve en eğlenceli kısım da burasıdır.
Osmanlı’nın inşa ettiği minarelerde petek ile şerefe arasındaki bölüm ve alem, madenden yapılmış ay yıldız ya da lale biçimindeki süs kısmı diğer minarelere göre daha uzun tutulmuştur. Tabi bir de unutmadan, muazzam bir işçilikle yapılan bu minerelerin tam dokuz bölümden oluştuğunu söylemeliyim. Temel, kaide, pabuç, gövde, şerefe, petek, külah, alem ve merdivenler. Her memlekete göre de değişiyor aman ha neden buradaki farklı demeyin.
Bence yaşadığınız yerin geçmişini öğrenmek için camilerin minarelerine bir bakın derim.
Ve tabii ki bir minare bilmecesi benden geliyor, bir tane de sizden isterim.
Minare
Camilerin ismi orada saklı
Oradan duyulur şifalı çağrı
Ezanların evidir veya makamı
Havaya dağılınca diner tüm ağrı
Sesini Yükselt!
Yorumunu Herkesle Paylaş En Çok
Beğeni Alan Yorum En Üstte Yayınlansın.
Yorum yapabilmek için giriş yapınız