Çırak / Kelimelerin Dünyasına Yolculuk

Düşünce Yorum Kültür Edebiyat Genel Kültür

Yaz gelip okullar tatil olunca kimler bir berberin, manavın ya da bir kırtasiyenin kadrosuna yer aldı bakayım parmak kaldırsın. Bizim evde iki tane parmak havaya kalkınca aklıma minik çıraklar geldi. E hazır aklıma gelmişken “çırak” kelimesini şöyle enine boyuna anlatayım dedim.

Çırak, zanaat öğrenmek için bir ustanın yanında çalışan, kendini geliştirmeye çalışan, usta ve kalfanın altındaki kimseye denir arkadaşlar.

Kelimenin kökü de “çıra” kelimesinde türetilmiştir. Hani şu pikniğe gittiğimizde mangal daha çabuk yansın diye tutuşturmak için kullanılan ağaç parçası olan çıra var ya, heh işte o. Çırak da ustası tarafından yetiştirilmek üzere alınan yardımcı, parlatılacak, ışığı ortaya çıkarılacak kişi anlamına gelmektedir. Çok harika değil mi?

Şimdi düşünün küçücük yaşınızda sizin ilgi ve becerilerinizi bilen, anlayan bir ustanın yanındasınız. İşi kapmaya veya kavramaya çalışırken sizi topluma kazandırmaya uğraşan sizden çok bilgili biri var…

Sahi siz hiç çırak oldunuz mu? Sizin hiç ustanız oldu mu? Şimdi aramızda “ustaya ne gerek var?” diyenler olacaktır. Hatta “şimdi her şey çok kolay, bilmek istediğin şeyi yaz Prof. Google salisesinde söylesin” derseniz. Öyle değil işte… İstediğiniz kadar çok kitap okuyun, bazı bilgiler vardır ki onlar hiçbir kitapta yazmaz. Onu bizzat güzel örnek olan kişiden öğrenmek gerekir.

Eskiden tatillerde her aile çarşıdaki kuyumcunun mahalledeki manavın yanına bir süreliğine evladını gönderir onlara erken yaşta sorumluluk sahibi olmasını öğretirmiş. Çocuğun o işin üstesinden gelip gelemeyeceğini anlamak ya da zekasını ölçmek için de şimdiki gibi zeka testine başvurmak yerine kendi içlerinde bir yola başvururlarmış. Çırak olacak çocuğu ustalar komşu dükkânlardan birine gönderir “200 gram davul tozu ile 100 gram minare gölgesi al gel” derlermiş. Çırak da “ustamın selamı var...” diye başlayıp kendisine söyleneni istermiş. İlki “bende kalmadı” derse nerden alacağım deyince üç dükkân öteden al deyip bir diğer dükkâna yollarlarmış. Eğer anlar da oyunu çözerse çırak sınavı geçermiş. Ustalar çıraklarının keskin zekaya sahip olup olmadığını böyle çözer yeteneğini de böyle şeylerle ölçerlermiş. En basitinden oturup kalkmayı, hatta yemek yerken bile rızkını kapamama adına kaşık dolsun bereket olsun diye kaşığı sofrada ters çevirmemeyi dahi hep ustalarından öğrenirlermiş.

Herkesin doktor, mühendis olacak hali yok. Bu toplumun sanatkâra da zanaatkâra da ihtiyacı var arkadaşlar haksız mıyım? Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin yetenekli bir elin yapabildiğini hiçbir makine yapamıyor. Bir saatçi ustası, bir marangoz, bir kuyumcu buna en güzel örnek değil mi sizce de?

Usta, taşın kolye olmak istediğini duyuyor tabiatla konuşmaya başlıyor ya da demire, ağaca şekil vermek geliyor içinden. Çıraksa bunların hepsini.

Sorumlulukla büyüyen çocuklara ihtiyacımız var arkadaşlar. Daha fazla çırağa ihtiyacımız var. Üstelik iletişim kurma beceriniz gelişir küçük yaştan itibaren de paranın nasıl kazanıldığını emeğin kıymetini daha iyi anlamanız için hiç değilse bu tatil zamanı bir çıraklık hatıranız olsun derim.

Yorum Ekle

Sesini Yükselt!

Yorumunu Herkesle Paylaş En Çok
Beğeni Alan Yorum En Üstte Yayınlansın.

Yorum yapabilmek için giriş yapınız
Henüz hiç yorum yapılmadı, ilk yorumu yapan sen ol!