Kardeş / Kelimelerin Dünyasına Yolculuk

Düşünce Yorum Kültür Edebiyat Genel Kültür

İyi ki hepimizin adı var yoksa ne büyük karışıklıklar çıkardı bir düşünsene. Ya birbirimize seslenerek ya da topluca hitap ederek anlaşmaya çalışırdık. Tam bi curcuna. Ne zor olurdu. Kimseyi bir diğerinden ayıran bir şeyin olmaması... Sürü olarak hareket etmek zorunda kalmak...

Çok büyük bir insan kalabalığının içindesin ve bir kişinin senin ismini söylediğini düşün, dönüp sadece ona, muhatabına bakarsın, öyle değil mi? İsmimiz tek başına bile bir anda işleri nasıl kolaylaştırıverir haksız mıyım?

Peki, yaşıtların seni nasıl çağırsın istersin? Daha doğrusu en çok hangi hitabı seversin? Adınla mı, sana yakıştırdıkları bir lakapla mı ya da o, bu, şu gibi zamir sözcükleriyle mi?.. Bunu bir düşün.

Gelelim ikinci soruya, sen en çok hangisini kullanarak yaşıtın olan birine yakınlığını belli etmiş olursun? Adı Ayşe ya da Ali olsun. Adıyla hitap edince mi, ona taktığın lakapla mı ya da işaret edebilmek bile senin için yeterli olur mu?

Bana sorarsanız biz küçükken adımızla birbirimize sesleniyorsak aramızda hâlâ çok yakın bir bağ kurulmamış demekti. Herkesten biri yani. Lakap takmak ise saygısızlığı samimiyet sananların tercih ettiği bir hitap şekliydi.

Ama bir de can ciğer kuzu sarması olanlar vardı ki biz onlarla “kan kardeş” olmayı büyük bir maharet sayardık. Bir yerde birbirimizi tanıtacaksak isimlerimizi es geçer hemen “kan kardeşim” derdik. Aynı anne babadan gelmesek bile yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen arkadaşlarımızla yakınlık derecemizi herkese ilan etmenin bir şekliydi bu. Bu yüzden minicik kanımızı mühür eder de parmak uçlarımızı birbirimizin serçe parmaklarının üstüne bastırırdık. Bu çocuksu törenin akabinde “Kardeşim, ben senin ömrübillah yanındayım.” sözünü vermiş olurduk. Yere düşse hemen ayağa kaldırır, ağlarken gülümsetir, sözümüzle sesimizle yara bandı olurduk. Şimdi bakmayın kan kardeş kelimesinin kısaltılmışının kanka olmasına, her samimi olunan kişiye yediden yetmişe herkesin rahatça kanka diyebilmesine.

Kardeşlik bizlere koyulan isimleri sönük bırakacak kadar parıl parıl parlayan, arkadaştan da bir adım önde giden bir makamdı sanki. Bir yaş büyürdük birden, yaşıtlarımızdan bir merdiven fazladan çıkmış olmak gibi şanslı hissederdik kendimizi.

Sözlükler kardeşlik için, aynı karında yatmış olmanın adıdır, aynı anne babanın evladı olmaktır dese de biz daha küçükken kardeş kelimesine çok büyük anlamlar yüklemiştik. Haksız da sayılmayız aslında. O küçükkendi, “çocukluk işte” diyenler olursa kan kardeşimle iki uzak şehirde yaşayıp ayrı düşsek de 20 küsur yıl birbirimizin can dostu olarak hâlâ görüştüğümü, aramızda ne kadar uzun yollar olsa da bazen birbirimizi rüyalarda görüp sıkıntılarımızı, sevinçlerimizi hissedebildiğimizi söylemek isterim. Benimki ne ki?

Bundan daha büyük bir müjdem var size. Hazırsanız benim çocukluk hikâyemden çok daha kıymetli hazine gibi bir şey var sandığımın içinde.

Peygamberimiz (sav) “Kardeşlerimi çok özledim.” deyince yakınında bulunan arkadaşları “Biz Sen’in kardeşlerin değil miyiz yâ Rasûlallah?” dediler. Bunun üstüne canım peygamberim, “Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerim ise benim kardeşlerim, beni görmedikleri hâlde bana inananlardır” demiştir.

Kardeşlerim! Kardeşlerim! Kardeşlerim!

İnanabiliyor musunuz? Demek bu hitaba mazhar olabilmek gibi bir cevheri taşıyoruz içimizde. Ama nasıl?

Elimizden, dilimizden ve dahi hâlimizden kimseye zarar gelmeyecek şekilde yaşayarak ve aynı zamanda zarar gören kardeşimize de kol kanat gererek. Onların acısını acımız, kaybını kaybımız belleyerek. Yeryüzünün neresinde yaşıyor, hangi dili konuşuyor, hangi kavme mensup veya hangi renge sahip olurlarsa olsunlar, bütün müminler, kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşleridirler müjdesinin hakkını vererek!

Yorum Ekle

Sesini Yükselt!

Yorumunu Herkesle Paylaş En Çok
Beğeni Alan Yorum En Üstte Yayınlansın.

Yorum yapabilmek için giriş yapınız
Henüz hiç yorum yapılmadı, ilk yorumu yapan sen ol!