“Allah’ın boyası! 

Kim var Allah’tan güzel boya vuran?” 

Bakara Sûresi, 138. ayet

 

İçinde yedi rengi saklayan beyaz ışık taa Güneşten gele gele bir yaprağın üzerine düşüverdiğinde, yaprak yeşil; bir kiraz tanesinin pırıltılı tenine değdiğinde, kiraz tanesi kırmızı; bir portakalın pütürüklü kabuğu üzerinde gezindiğinde, portakal turuncu; bir menekşenin narin yüzeyine iliştiğinde, menekşe mor; minicik bir bebeciğin yanaklarına dokunduğunda ise, bebeciğin yanakları pespembe oluyor... Tabi bebecik Masai Mara’da bir aslan avcısının bebeciği ise çikolata renginde, hatta siyah... Peki ama niçin?

Aslında bunun tek bir cevabı vardır. Allah, yaprakları yeşil, portakalı turuncu, menekşeyi mor, bebeciklerin yanaklarını pespembe görmemizi istemiştir de ondan...

Her şeyin bir şekli, bir dokusu, bir tadı, bir kokusu, bir ağırlığı, bir hacmi olduğu gibi, bir de rengi vardır...

 

Pigmentler

Güneş’ten saniyede 300.000 kilometre hızla gelen ışık, atmosferin kat kat perdelerinden süzüle süzüle yeryüzüne inip de bir Makaw papağanının kafasındaki tüylere değdiğinde, biz o tüyleri kıpkırmızı görürüz. Çünkü Makaw papağanının kafasındaki tüylerin üzerinde bulunan pigment molekülleri sadece kırmızı ışığı yansıtacak şekilde yaratılmışlardır.

Görülebilir beyaz güneş ışığındaki renkler, kırmızı pigment molekülleri tarafından çekilip alınır. Sadece kırmızı renk dışarıya yansıtılır.

İşte bu dışarıya yansıtılan yani pigmentlerin kabul etmedikleri renk bizim gözümüze ulaştığında, yani papağana baktığımızda onun kafasındaki tüyleri kırmızı görmemizi sağlar...

Nasıl? İlginç değil mi?

Makaw papağanının kuyruğundaki mavi tüylerindeki pigmentler ise, bütün renklere kapılarını ardına kadar açmakla birlikte, bir tek maviyi içeriye almayacak şekilde yaratıldığı için, papağanın kuyruğunu mavi görürüz...

Kısaca pigment moleküllerini makarna süzgeci gibi düşünürsek, bizim gördüğümüz renk, süzgeçten geçemeyen renktir.

 

Siyah ve Beyaz

Peki bir zebra neden siyah beyaz çizgilidir? 

Zebranın beyaz çizgilerindeki pigmentler bütün renkleri yansıtacak şekilde yaratılmıştır. Bu yüzden biz oraları beyaz görürüz.

Peki ya siyah çizgiler?

Siyah çizgili tüylerdeki pigmentler ise beyaz olanların tam aksine hiçbir rengi yansıtmaz. Bütün renkleri içine alır. Dışarıya hiçbir renk yansımadığı için, biz oraları siyah görürüz.

Peki bitkiler neden genellikle yeşildir? 

Bitkiler yeşildir çünkü yüzeylerinde klorofil adı verilen pigmentler bulunur. Klorofil pigmentleri, yeşil rengi yansıtır diğerlerini emer.

Peki ama neden? “Yeşillik olsun” diye mi? 

Klorofillerin tek görevi bitkilere yeşil renk vermek değildir. Asıl görevleri o muhteşem fotosentez hadisesi için gerekli enerjiyi toplamaktır. 

Fotosentez için bitkilere çok fazla enerji gerekir. Güneş ışığı renkleri arasında, renk tayfının her iki ucunda bulunan mavi-mor ve kırmızı-sarı en çok enerji taşıyan renklerdir.

Klorofil pigmentleri bu çok enerjili renkleri doya doya çekip alırken, geriye tayfın ortasındaki az enerjili yeşil kalır.

Yeşil yansıtılınca da, biz bitkileri yeşil yeşil görürüz...

Elbette bütün bitkiler yeşil değildir... Havuç turuncudur mesela...

Çünkü havuçta bulunan Karoten adındaki pigment, onu turuncu görmemizi sağlayan renkleri yansıtır, diğerlerini tutar.

Eğer gereğinden fazla, çok çok fazla havuç yerseniz bu karoten sizin derinize geçer ve renginiz tam olarak turuncu olmasa da turunculaşır. Ancak bu geçici bir durumdur; havuç yemeyi azalttığınız takdirde eski renginize dönersiniz.

Siz sormadan ben söyleyeyim; gerçek tavşanlar Bugs Bunny gibi havuç tarlasının altında yaşamadıkları için renkleri turuncu değildir!

 

Renkler bize ne söyler?

Yoksa, “gösterir” mi demeliydim? “Renkler bize ne gösterir?..”

Bir Bengal kaplanının yakışıklı kürkü mesela...

Mercan resiflerindeki akıl almaz cümbüş ve kovalamaç oynayan palyaço balıkları...

Toka tukan kuşlarının gökkuşağının bütün renklerini üzerinde taşıyan devasa gagaları...

Mor salkımlar, güller, erguvanlar, sarı papatyalar, hercai menekşeler...

Elmalar, dallarda yakut küpeler gibi sarkan kirazlar...

Deniz minarelerinin ve kocaman istiridyelerin nakış nakış işlenmiş kabukları...

Monark kelebeklerinin göz kamaştıran kanatları...

Kelebek olmak için sıralarını bekleyen, üzerleri göz alıcı renklerle bezeli tırtıllar...

Sevimli uğurböcekleri, çizgili tombul ve tüylü bal arıları, ateş kırmızısı çekirgeler...

Bir fikri olan var mı? Neden bu kadar süslü kâinat?

Ne söyler renkler bize? Neyi gösterir?

Bir insan ne kadar kalın kafalı olursa olsun, herhangi bir ressamın, mesela Van Gogh’un bir tablosunun karşısına geçip—mesela o muhteşem Buğday Tarlası ve Kargalar—Van Gogh’u hiç aklına getirmeden “Bu tablo aslında tablo falan değil. Onun bir sanat eseri olduğunu da nereden çıkarıyorsunuz!? Gördüğünüz gibi bu bir takım renklerin bir araya gelmesiyle, bir takım renklerin de bir araya gelmemesiyle oluşmuş bir görüntü!” diyemez...

Ne kadar sanatsever de olsanız ilk gördüğünüzde içinizden “Yeme bizi Miro!” demekten kendinizi alamayacağınız John Miro’nun o acayip The Flight of the Dragonfly in front of the Sun/Yusufçuk Böceğinin Güneş Önünde Uçuşu için de söylenemez...

Bırakın Van Gogh’u veya Miro’yu, eline kalemi alıp doğru düzgün bir at, bir ağaç, bir çocuk bile çizemediği, üstelik ayık da gezemediği için boyaları suntaların üzerine sarhoş kafasına estiği gibi savuran ve bugün tabloları milyonlarca dolara satılan Jackson Pollok’ın, hiçbir anlamı olmadığından, isim bile veremediği, Number 5 / 5 Numara tablosu için bile böyle bir şey söylenemez...

Yaptığı tablolar bir ilkokul, yok yok bir anaokul çocuğunun pastel boya, kuru boya karalamalarından yemin billah hiçbir farkı olmayan Cy Twombly’in, milyonlarca dolara satılan resimleri için bile böyle bir şey söylenemez…

Hepsini bir kenara bırakın, Japonların “Benekli Kraliçesi” Yayoi Kusama’nın, her hangi bir yere yapıştırdığı tek bir noktacık için bile böyle şey söylenemez...

“Bu noktacıklar var ya bu renkli noktacıklar... Birtakım renklerin tesadüfen bir araya gelmesi ama birtakım renklerin yine tesadüfen bir araya gelmemesi sonucunda oluşmuştur...” diyemez hiç kimse...

Gülerler adama!

Çok pis alay ederler ve birisi ile alay etmek, makaraya sarmak gibi fena bir iş bile, belki de ilk kez gerçekten hak edilmiş bir muamele olarak kayıtlara geçer... “Seni kalın kafalı” derler! “Hayatında hiç mi resim yapmadın?

Eline bir iki pastel boya alıp iki çöpten adam, dandik bir bulut ve bir ağaç da mı çizmedin?

Badana da mı yapmadın? Bir çit de mi boyamadın?”

Ve aynı şekilde; kırmızı parlak kabuğunun üzerine kondurulmuş minik siyah noktacıklarıyla sevimli bir uğurböceği için...

Kar beyazı taç yapraklarının arasında bir mutluluk kaynağı gibi sarı sarı gülümseyen papatyalar için...

Kırmızı kafalı yeşil ağaçkakan, minnacık bir kızılgerdan, renkli gagalı denizpapağanı, ışıltılı tüyleri ile ortalıkta caka satan bir erkek sülün, hatta kömür karası bir kuzgun, şeker pembesi flamingolar, bakanın bir kez daha dönüp bakmadan duramayacağı cennet kuşları için...

Kendi gözleri ile bir kez bile görmedikleri olağanüstü simetrik desenli kanatları ile büyüleyici kelebekler için...

Kırmızı yakut, yeşil zümrüt, bal gibi kehribar, turkuaz ve mercan için...

Benekli bir leopar, turuncu bir zürafa, renkli burunlu bir babun için...

Çiçek açmış bir nar ağacı, bir badem ağacı, pembe gelinliklerini giyerek her bahar mevsiminde insana neşe veren şeftali ağacı için...

Denizlerin metrelerce dibinde yaşayan şakayıklar, deniz yıldızları, mercanlar, birbirine uyumlu renklerle süslü kabuğu ile bir mücevher gibi duran mavi halkalı salyangoz ve şimdi saymaya başlasam haftalarca bitiremeyeceğim kadar renkli ve çeşitli balık için...

Çelik mavisi gözleriyle gülümseyen kızıl saçlı Finli bir çocuk, çikolata karası yanakları ve kıvırcık kıvırcık saçlarıyla, yalın ayak başı kabak toz toprak içinde şarkılar söyleye söyleye koşuşturan Kongolu bir ufaklık, kestane rengi bukle bukle beline kadar uzanan saçları ve kocaman kara gözleriyle İstanbullu bir cimcime için...

Ve gökkuşağı, mavi gökler, bembeyaz bulutlar çiçekli miçekli yeşil tepecikler, gümrah ormanlar için...

Ve evet yerlerin ve göklerin güzellikleri söz konusu olduğunda kimse, “Bütün bunlar bir takım renklerin tesadüfen bir araya gelmesi, ama birtakım renklerin yine aynı tesadüfün eseri olaraktan bir araya gelmemesi sonucunda kendi kendine evrile devrile, uzaya kısala oluşmuş desenler ve şekillerdir diyemez...

Gülerler adama!..

Çok fena alay ederler ve birisi ile alay etmek, makaraya sarmak gibi fena bir iş bile, belki de ilk kez gerçekten hak edilmiş bir muamele olarak kayıtlara geçer.

Yorum Ekle

Sesini Yükselt!

Yorumunu Herkesle Paylaş En Çok
Beğeni Alan Yorum En Üstte Yayınlansın.

Yorum yapabilmek için giriş yapınız
Henüz hiç yorum yapılmadı, ilk yorumu yapan sen ol!