Nisa Nine Ne Anlatacak? / Sokağımızdan Gelen Sesler

Kültür Edebiyat Çevremiz Genel Kültür

Merhaba Arkadaşlar, bu sayımızda da geçmiş ama eskimeyen zamanlara yine birlikte gidelim mi? Hadi tutun ellerimden de gidelim bizim mahalleye..

Biliyor musunuz, biz çocukken sokaklarımız çok sesliydi… Sabah en erken “sıcak simiiit, simitçiii,” diye simitçiler başlardı seslenmeye ve sıcak simit isteyen herkes alırdı.. 

Sonra “süütçüüü” diye geldiğini haber veren sütçüler; ve ellerinde tencereleriyle süt almaya koşanlar. Sonrasında süt pişerken evimize dolan mis kokusu. Bizi mest olmuş gören annem, “ineğe maşallah diyelim nazar olmasın,” diyen şefkatli sesi... 

Öğleye doğru ise “macuuuncuu, çeşit çeşit macuuun” diye seslenen macuncu. Şekerden çeşitli meyvelerle yapılan, çektikçe uzayan tatlılardı bunlar, yoğun kıvamlı olurdu macun derdik. Macuncu amca, başına toplanan çocuklara, çektikçe uzayan renk renk macunları özel bir çıtaya dolayıp verirdi. O rengarenk ve farklı tatlarda macunları külahtaki dondurma gibi yerdik, macun uzadıkça sanki zaman da uzardı… 

Yaz aylarında ise, “dondurmam kaymaaak,” diye seslenen ve kısa zamanda bütün çocukları başına toplayan dondurmacı Şerif amca… 

Bu sokak satıcıları gönül almayı da bilirdi; parası olmayan çocukları anlarlar ve onları da mahrum bırakmaz, sattıkları şeylerden tadımlık ikram ederlerdi. Toplumda herkes birbirine yardım eder, birbirine şefkat ederdi, parası olmayanlar bile mahrum kalmazdı…

Kış ayları geldi mi baltacıların işleri başlardı. Sokağımızda “baltaacııııı” diye seslenerek dolaşan baltacı, odununu kesemeyenlerin odunlarını sobaya girecek ebatlarda keserlerdi… Bunu hatırlayınca, anne ve babamın konuşmaları aklıma gelir. Aralarında böyle çalışıp kazananları takdir ederek derlerdi ki: “Bir insan ne iş yaparsa yapsın helalinden kazanıyorsa ne mutlu ona…” 

Bir de bohçacılar vardı. Sırtında taşıdığı koca bohçasıyla, mahalledeki kadınları başında toplayan ve onlara çeşit çeşit kumaşlar satan esmer vatandaşlarımız. Onlar kapıda ödeme sisteminin öncüleri idi…  

O yıllarda tencereler bakırdan olurdu. Bakırcılar, bu bakır tencere ve kap kacağı kalaylardı. Önce kapı kapı dolaşıp tencereleri toplarlar, sonra da sokakta uygun bir arsada ateş yakıp topladıkları bu eşyalara kalay yaparlardı. Elbette bütün mahallenin çocukları da başında toplanırdı. Ateşin, kalayın ve nışadırın kokusunu unutamam… Anlayacağınız, bakırcıyı seyretmeye doyum olmazdı ve eşyalar da kalaylanınca parıl parıl parlardı. 

Ve o küçük para tuzakları: şans-talih, kader-kısmet diye seslenen kurnaz çocuklar. Okul çıkışı, içinde çoğu ucuz gofret ve belki bir iki tane de çikolata olan kutuyla seslenirlerdi. Başlarına toplanan saf çocuklar para verip, kutunun üzerindeki yuvarlak deliklerden henüz kazınmamış olan birinin jelatinini kazıyıp altından ‘çikolata’ yazısının çıkacağını ümit ederlerdi. Ama genelde gofret çıkardı. Çikolata çıkacak hayaliyle, 25 kuruşa alabileceği gofreti 50 kuruşa yerlerdi… 

Eskicileri de unutmayalım. El arabasında renk renk plastik ev aletleri taşırlardı eskiciler. Eskiyen eşyaların da bir değeri vardı. Annelerimiz, eski ceket, palto, ev eşyası ne varsa onları verip yerine plastik leğen, kap, tabak gibi eşyalar alırlardı. Böylece kullanılmayan eşyalar çöpe atılıp heba olmamış olurdu ve ayrıca evin ihtiyacını görecek yeni bir eşya alınmış olurdu…

Evet benim çok değerli, canım evlatlarım. Siz bugün sokaklarınızda bu sesleri duyamasanız da Arkadaş dergimizi okuyarak bu güzelliklerden haberdar oluyorsunuz. Okuduklarınızla ufkunuz genişliyor. Ümmet-i Muhammed’in, vatanımızın, milletimizin sizlerin yapacağı çalışmalara çok ihtiyacı var. Çok okuyun, çok çalışın olur mu arkadaşlar… Dualarımız hep sizinle...

Yorum Ekle

Sesini Yükselt!

Yorumunu Herkesle Paylaş En Çok
Beğeni Alan Yorum En Üstte Yayınlansın.

Yorum yapabilmek için giriş yapınız
Henüz hiç yorum yapılmadı, ilk yorumu yapan sen ol!