“Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık...”
— Kur’an, Enbiya Suresi, 32
YARATILDIĞIM gün, iki refakatçi melek nurdan kanatlarıyla, ruhumun kollarına girip, beni Güneş Sistemi’ndeki tüm gezegenleri rahatlıkla görebileceğim bir yere götürselerdi, götürselerdi ve:
“Bak işte bunlar gezegen. Sen bu gezegenlerden birinde yaşayacaksın ama hangisinde yaşayacağına kendin karar vereceksin. Haydi bakalım seç birini!” deselerdi, durur; bir süre uzayın karanlık denizinde yüzen gezegenlere bakardım. Her birini tek tek süzdükten sonra da:
“Şu mavi olanı seçtim!” derdim.
“Belki şuradaki kadar büyük değil, belki oradaki gibi etrafında halkalar da yok, ama nedense içim bir tek ona ısındı. Diğerleri taş gibi, kaya gibi, ateş gibi cansız duruyorlar. Oysa şu maviş olanda kıpır kıpır bir şeyler var. Pek bi ferah, pek bi sevimli, sanırsın canlı!
Dikkat ettim de, üzerindeki şu mavilik hareket ediyor. O beyaz beyaz lekeler yüzüyor ya da uçuyor sanki...”
Melekler gülerek yüzüme bakar ve her halde bana şöyle derlerdi:
“Eğer ötekilerden birini seçseydin ayvayı yemiştin dostum! O seçtiğin gezegenin adı Dünya’dır. Bu Güneş Sistemi’nde hatta bu galakside, Allah’ın senin için yarattığı yegâne yuva orasıdır. Çünkü sadece onun üzerinde tam yedi ayrı kattan oluşan korunmuş bir tavan vardır!”
“Vay be! Üzeri korunmuş bir tavan ile kaplı demek! O yüzden mi böyle mavi?”
“Evet ya! O yüzden böyle mavi.”
“Adı ne demiştiniz?”
“Dünya.”
…
Dünya’yı çepeçevre kuşatan bu mavi gök kubbe, yani atmosfer tabakası sadece onu, Güneş Sistemi’ndeki öteki gezegenlerden daha güzel ve alımlı yapmakla kalmaz, yeryüzünde, kelebeklerden fillere, mantarlardan sekoya ağaçlarına kadar; tek hücreli çok hücreli, omurgalı omurgasız, yumurtadan çıkan, annesinden doğan, uçan, yüzen, koşan.. ne kadar canlı varsa, hepsinin rahatça yaşayabileceği güvenli bir yuva olmasını sağlar.
Mavi bir battaniye
UZAY BOŞLUĞU ile aramızdaki atmosfer tabakası her şeyden önce bizi uzayın o akıl almaz eksi 270 derecelik soğuğundan korur.
Hemen başımızın ucundaki Ay’ın atmosferi çok çok incedir. Hani neredeyse yok gibidir. Bu yüzden Ay yüzeyi, geceleri biraz serin olur! Yaklaşık, eksi 150 derece kadar serin!.. Üzerinizde “astronot gocuğu” yoksa, biraz üşüyebilirsiniz!
Fakat merak etmeyin, bu korkunç soğuk, sadece geceleri hüküm sürer... Gündüz olup güneş doğduğunda, hava bir güzel ısınır! Ortalama artı 100 derece falan olur. Bu da bildiğiniz gibi suyun kaynama derecesidir.
Aman ne güzel! Öğle vakti Ay’da çay demlemek isterseniz, ocağı yakmanıza hiç gerek kalmaz! Siz yeter ki, suyu demliğin içinde tutmayı becerin!..
Üzerimize mavi bir pelerin gibi sarılmış olan atmosferin, ne büyük bir nimet olduğu, öyle çok çok uzaklara değil, bize en yakın gök cismi olan Ay’a bakınca, nasıl ortaya çıkıyor değil mi?
“Daş düşebülür!”
AYI ÇIKMAZ, zor ihtimal ama, “daş düşebülür!” Güneş Sistemi’nde trilyonlarca irili ufaklı gök taşının dolaştığını düşünürseniz, pek âlâ az sonra başınıza bir taş düşebilir! Hem de atmosfere, saniyede 40 kilometre hızla giren bir taş!
Ancak uzaydan gelen bu gök taşları atmosfere girer girmez sürtünmenin etkisiyle yanmaya başlar ve daha yere ulaşamadan kül olur gider. Bilim adamları her yıl bu şekilde onbinlerce meteorun kimsenin başına gözüne çarpmadan, yanıp kül olduğunu söylüyorlar.
Peki bu küller ne olur?
Şu yeryüzünde hiçbir şey israf edilmediğine göre, ne olur bu küllere? Kül olan gök taşları atmosferde birer yoğunlaşma çekirdeğine dönüştürülür ve üzerimize o şekilde düşer. Yani yağmur olarak, kar tanesi olarak... (“Yoğunlaşma çekirdeği”nin ne olduğunu da başka bir yazıda anlatalım.)
Şimdi yine atmosfer bakımından pek nasibi olmayan Ay’a bakalım.
Ay yüzeyi neden böyle delik deşiktir? Ay’a isabet eden gök taşları, Ay’ın incecik atmosferinde sürtüne sürtüne alev almadıkları, alev alıp küle dönmedikleri için, doğrudan Ay’a toslarlar da ondan!
İşte size atmosferin koruyucu özelliklerinden biri daha.
Sihirli perdeler
GEZEGENİMİZE ışık Güneş’ten gelir. Güneş ile aramızda şu kadar milyon kilometre uzay boşluğu ile atmosfer tabakası vardır. Atmosfer, ışığı geçirebilen bir özelliklerde yaratılmıştır.
Ancak Güneş’ten gelen her ışın, gözümüze nur, gündüzümüze aydınlık olmaz. Bazı ışın türleri zararlıdır. Atmosferin yapısı bu zararlı ışınların neredeyse tamamını tutar ve yutarak, aşağıya geçirmez!
Fakat bu iş, öyle basit bir tül perde hikâyesi değildir.
Mesela atmosferin üst tabakaları arasına yerleştirilmiş OZON TABAKASI’nın, zararlı ışıkları tutma görevinde, ağızları açık bırakacak acayiplikte bir yapısı vardır.
“Korunmuş tavan”ın en esrarengiz özelliklerinden birini daha öğrenmeye var mısınız?
Yoksa “Ozon Tabakası” denildiğinde, “Haaa evet! Bilmez miyim canım! Delik olan değil mi? Ya ben hep söylüyorum, kullanmayın şu deodorantları...” demek size yeter mi?
Hiç sanmıyorum! Ozon tabakası özel bir tabaka olduğu için onu da gelecek ay yazalım…
Sesini Yükselt!
Yorumunu Herkesle Paylaş En Çok
Beğeni Alan Yorum En Üstte Yayınlansın.
Yorum yapabilmek için giriş yapınız