Bu sayımızda yeni bir bilmece soracağım sizlere. Bunu çözmek biraz vaktinizi alacak ama, eminim ki size çok şey kazandıracak.

İster gömlek, ister ceket, ister pantolon olsun; bir elbise almak için ‘hazır giyim’ mağazalarına gideriz. Fakat bazı insanlar, vücut yapıları uygun olmadığından, hiçbir hazır elbiseyi kullanamazlar. Bu durumda ne yaparlar, herhalde bilirsiniz. Elbette bir terziye giderler, öyle değil mi?

Ben küçük bir çocukken, giydiğimiz gömleklerden pijamalara, sırtımızdaki ceketten pantolonlara kadar; bütün elbiseleri terziler dikerdi. Fakat o günlerde ‘geçim sıkıntısı’ olduğundan hanımların çoğu bu işi öğrenmişti. Hatta kazak, hırka ya da çorap gibi giysiler, ‘el emeği, göz nuruyla’ örgü şişleri kullanıp örülüyordu.

Terziler genellikle ‘takım elbise’ dikerdi. Bu da ceket ve pantolondan oluşurdu. Bazen de ceket altına, aynı kumaştan bir ‘yelek’ dikiliyordu. Fakat gençler bu kolsuz yelekten hoşlanmazlardı. 

 

Elbise diktirenler, en azından 2 ya da 3 kere terziye gidip, ‘prova’ adı verilen bir işlem yaptırırdı. Terzi, her müşterisinin omuz genişliğini, bel ölçüsünü, ceketin ve pantolonun istenen uzunluğunu dikkatle aldıktan sonra kumaşı keser ve onu ince ipliklerle, yani ‘tekrar sökülecek’ gibi dikerdi. Daha sonra müşteriye onu giydirir ve tam olarak üstüne oturtmaya çalışırdı. Eğer ceket dar gelmişse, ince iplikleri söküp bir miktar genişletir, kısa gelmişse uzatır ve onu müşterinin beğendiği hâle getirince, provayı tamamlayıp dikiş makinesi ile son hâlini verirdi.

Fakat açık söylemek gerekirse, tam kusursuz bir elbise giymek mümkün değildi. Pantolonlar çoğunlukla bele oturmaz, ceketlerse koltuk altlarından kasardı. Zaten bunlar önceleri kurursuz görünse bile, 1 veya 2 yıl sonra üstümüze dar gelerek sizi ‘kara kara’ düşündürürdü.

 

Bu yüzden canım sıkılıp: “Keşke hiç hata yapmayan bir terzi bulunsa da, diktiği tüm elbiseler, bizim büyümemizle birlikte büyüse.” derdim. Hatta daha da söylenip: “Dikilen o elbiseler keşke hiç eskimese… Ya da eskidiği zaman üstümüzden çıkartmadan ‘otomatik’ olarak yenilense.” derdim. 

Bu fikrimi beğendiniz mi bilmiyorum. Herhalde fena olmazdı, öyle değil mi?

Siz veya aileniz, böyle usta bir terziyi tanıyorsanız, lütfen bana haber verir misiniz? Esasında elbiseye ihtiyacım yok ama, kendisini tanımaya can atıyorum. Çünkü böyle bir sanatkârla tanışmanın, herkes için bir ‘şeref’ olduğunu biliyorum. Söylediğim bu sözleri, isterseniz bir bilmeceye çevirelim. O zaman hazır olun! Bilmecem geliyor:

 

“DİKTİĞİ ELBİSELERDE ASLA HATA YAPMAYAN; İSTER ‘İKİ AYAK’ OLSUN İSTER ‘KIRKAYAK’; HER CANLIYA KUSURSUZ BİR ELBİSE DİKEN, AMA BU ELBİSELERİ O CANLININ ÜZERİNDEN HİÇ ÇIKARTMADAN BÜYÜTEN O USTA TERZİ KİMDİR?” VE O TERZİNİN KULLANDIĞI KUMAŞLAR HANGİLERİDİR?

 

Cevabı bulmanız için isterseniz 10 dakika vereyim size. Bu arada başkasına danışmanız da mümkün.

Haydi! İş başına! Fazla oyalanmayın!

 

BİLMECEMİZİN CEVABI

Sorduğum bu bilmeceyi biraz düşündüğünüzde, eminim ki yine aynı ‘Sanatkâr’ı buldunuz.

Bu nedenle sizleri tebrik ediyorum.

Her canlıya giydirdiği kusursuz elbiselerle onları hem süsleyen, hem de sıcak ve soğuktan koruyan o Sanatkâr, elbette ki merhametli Allah’ımızdır. Ve benim küçük yaşlardayken hayal ettiğim elbise, o Sanatkâr tarafından ‘en kusursuz’ şekliyle dikilmiştir.

 

İsterseniz bunu biraz açıklayalım:

İçinizde yeni doğan bir kuzu görenler çoktur herhalde. Hatta onun yumuşacık tüylerini okşayanlar da vardır aranızda.

Şimdi bir kez daha hayal kurun bakalım:

O kuzu büyüyüp ‘koyun’ hâline geldiğinde: “Bu elbise artık bana küçük geliyor. Bir mağazaya giderek yeni bir kürk alayım. Ve borcumu ödemek için hemen sütümü sağarak insanlara satayım.” diye düşünür mü? 

Elbette ki düşünmez.

Çünkü koyun, keçi ya da diğer kürklü hayvanları yaratan Allah, o hayvanlar büyüdükçe üstündeki kürkleri de yavaş yavaş büyütür. Bu sırada o elbise hiç zarar görmez, yırtılmaz, parçalanmaz. Üstelik de o hayvanlar bu sırada kürklerini üzerinden çıkartma zahmetine girmez.

Rabbimiz ne kadar merhametli değil mi?

Üstelik, Allah bütün canlılara onlar için ‘en uygun’ elbiseyi verir.

Suyun altında yaşayan milyarlarca balık ‘pullu elbiseler’ giyerken, kuşlar birbirinden güzel rengârenk elbiselerle gökyüzünde dolaşırlar. Her tarafı donmuş olan kutuplarda yaşayan sayısız hayvan da, onları hiç üşütmeyen mükemmel bir elbiseyle sarılıp sarmalanırlar.

Söz konusu elbiseler o kadar kusursuz ki, hiçbir canlı onlardan şikâyet etmez. “Bunlar beni üşütüyor veya terletiyor.” deyip boykot yapmaz. Giydikleri elbiseler, onları ‘hiç çıkartmadan yenilendiği’ için, ‘tamir etmek’ diye bir dertleri olmaz. Kısacası hepsi mutlu bir hayat sürer.

Fakat bizler, kâinatın ‘en şerefli’ canlıları olduğumuzdan, giydiğimiz elbiseyi seçme hakkına sahip kılınmışız. Bu yüzden canımız ne isterse onu giyeriz. Fakat seçtiğimiz yanlış giysilerden dolayı, ikide bir yatağa düşmemek şartıyla…

Şimdi ‘bilmece içinde bilmece’ sormak istiyorum size:

Yukarıda anlattığım elbiseleri giyenler, sadece insan ve hayvanlar mı acaba? Ağaçların gövdesini saran kabuklar, onların elbiseleri değil mi sizce?

Eğer merak ederseniz, ağaç ya da bitkileri dikkatle inceleyin. Çoğu yeşil renkte olan bu elbiseler, ağaçların son derece girintili çıkıntılı, bazen de dikenli olan gövdeleri üzerinde bir ‘daralma’ ya da ‘sarkma’ yapıyorlar mı?

Yapmıyorlar değil mi?

Üstelik onlar, (diğer canlılardaki elbiseler gibi) o ağaçlarla birlikte büyümüyor mu? Hem de hiçbir zarara uğramadan…

Ne mutlu sizlere ki, böyle büyük bir Sanatkârı tanıdınız.

 

***

 

Söz konusu elbiseden çok etkilendiğim için yıllar önce bir öykü kaleme almıştım. İsterseniz bu öyküyü birlikte okuyalım:

‘Hayatın İçinden’ Kısa Bir Öykü

TERZİ

Bir gün yolumun üstünde ‘tuhaf’ bir dükkan gördüm. Dükkanın ön vitrinine büyükçe bir çınar resmi çizilmiş; resmin hemen altına da, o ağacın dallarına benzeyen çizgilerle ‘TERZİ’ yazılmıştı. Böyle bir şey bana göre hiç de normal değildi. Veya diğer insanlar, bu işin sırrını çoktan çözdükleri için merak duymamışlardı.

Çınar resmi kafama takılınca, ceketlik bir kumaş alıp terziye gittim. Altmış yaşın üzerinde güler yüzlü biriydi. Bir yandan sohbet ederken, bir yandan da kalfalara emir yağdırıyordu.

Provalar sırasında samimi olduk. Bundan yararlanarak:

“Vitrindeki resmi çok merak ettim,” dedim. “Bir terzi dükkanına, üstelik de vitrinine ağaç resmi yapılması biraz tuhaf değil mi?”

Terzi bu sözlere sinirlenmiş gibiydi. Bir süre sessiz kalsa da en sonunda kolumdan sıkıca tutarak:

“İstersen arka bahçeye çıkalım.” dedi. “Tuhaf dediğin o şeyi kendi gözlerinle gör.”

Dükkanın yer aldığı pasajın arkası, tarihî bir konağa bakıyordu.

Ve bahçenin tam ortasında büyük bir çınar vardı.

Onu işaret ederek:

“Vitrine bu ağacı çizmeye çalıştım,” dedi. “Biraz dikkatle bakarsan, neden öyle yaptığımı gayet iyi anlarsın.”

Önce ağacın yaşlı gövdesine, sonra göğe yükselen dallarına bakıp:

“Size verdiği ilhamı anlayamadım,” dedim. “Terziliğin bir ağaçla ne ilgisi var?”

Onun yine damarına basmış olmalıydım ki, bir ‘Lâ havle’ çekerek:

“Görmüyor musun?” dedi. “Böylesine eğri-büğrü bir vücuda giydirilen bu muhteşem elbiseyi görmüyor musun? Bu ağacın terzisine büyük bir hayranlık duyup, vitrine bir çınar resmi çizmek tuhaf mı?”

İşin sırrı nihayet ortaya çıkmıştı. Yaşlı adam biraz nefeslendikten sonra, ağacı saran kabuğu adeta okşayarak:

“Elbisenin kumaşı da işte bu!” dedi. “Bak bakalım o kumaşlar bu ağacın üzerinde herhangi bir bolluk ya da rahatsızlık yapmış mı?”

Çok şükür ki meraktan kurtulmuştum. Anlaşılan o da rahatladığı için, elini omzuma atıp:

“Benim gözüm biraz farklı her halde,” dedi. “İhtiyar gözü tabi… Fakat bütün gözler bence böyle bakmalı. Ve onlara perde inmeden, ‘perde arkasındaki’ Kudreti görmeli. Bu yüzden de bakmaktan çok görmeyi öğrenmeli.”

Yaşlı adamın diktiği yeşil ceketi, iki yıldan bu yana giyiyorum.

Arada bir tabi ki… Omuzları pekiyi oturmasa bile, inanın ki fazla şikâyetim yok. Ne de olsa bir ‘insan yapısı’ değil mi?

Yorum Ekle

Sesini Yükselt!

Haydi sen de attaki alanına, çevrene baktığında gördüğün büyüyen elbiselerden birini anlat, hatta fotoğrafını da paylaşabilirsin:)

Yorum yapabilmek için giriş yapınız
Henüz hiç yorum yapılmadı, ilk yorumu yapan sen ol!